Veri Amaçlı Kalkışmalar

Sayın Serdar Kuzuloğlu’nun şu tweet’i

unuttuğum bir vakayı hatırlattı. Mesajı silmemişim, buldum.

😉

Bu sene iyi tatil yaptım. Bayram dedim, uzun hafta sonu dedim,  her fırsatta  bir yerlere gidip geldim.

E-posta kutusunda, daha önce 2 kere araba kiraladığım Enterprise üzerinden gelmiş bir teklif vardı. Havaalanı ve ev arası ucuz transfer hizmeti.

Tanıyanlar bilir, araba kullanmaktan hoşlanmam. Mâlum davranışları  [1] , [2] , [3] , [4] , [5]  nedeniyle taksiyi de tercih etmiyorum. Teklifle hemen ilgilendim.

Tıkladım, rezervasyon yapacağım. Uçak bilgisi, varış saati, vb… soruyor. Buraları doğal. Gecikme olup olmadığını kontrol edecek ve ona göre düzenleme yapacak.

Uçak iniş saatinden sonra bana ulaşmak isteyeceğini düşünerek cep telefonu numaramı da verdim. Sonra TCKN sordu.

Bir yanlışlık olmalı diye düşündüm. Bunca bilgiden sonra bir de TCKN… Taksi tutarken de TCKN vermek gibi bir durum… “Neden TCKN’ye  ihtiyaç duyacağını” düşündüm, bulamadım.

Yine de rezervasyon yaptırmak istediğim için telefonla aradım. Karşıma çıkan kişi (anladığım kadarıyla) aynı ekrana bakıyordu. Sırayla aynı bilgileri sordu. TCKN’ye gelince, neden TCKN sorduklarını öğrenmek istedim. “Bize bu bilgiyi almamız söylendi“den öte bir şey öğrenemedim.

Ben de bu ilişkiyi başlamadan bitirdim. Yine taksicinin eline düştüm.

İlk fırsatta bir havaalanında Enterprise’a “amaçlarının ne olduğunu” soracağım.

🙁

Veri ahlakı diye bir kavram var. Müşteriler, (özellikle GSM operatörü, bankalar, süpermarketler, vb. gibi) kurumların zaten birçok veriyi işleyeceğini biliyorlar. Bunu ne amaçla ve nasıl kullanacağını şeffaf bir şekilde açıklıyorsun. Böylece endişe etmeden daha fazla bilgi paylaşıyorlar.

.

Ve sen sevgili girişimci arkadaşım. Bana “deneyimi daha iyi duruma getiriyor” iddiasıyla bir bağlantı gönderiyorsun. Daha tıklar tıklamaz “gittiğim, gezdiğim yerlerde takip etmek için izin” istiyorsun. Uygulaman belki şahanedir… ama hiç bilemeyeceğim.

Önce müşteri deneyim adımlarını öğren. Bir uygulamayı açınca ilk öğrenilmek istenen nedir? Sonra güven duygusu nasıl sağlanır, daha sonra ne zaman ve hangi izinler verilir?

Fikrine aşıksın, görüyorum. Belki muhteşem bir uygulama yaptın, çok emek ve zaman harcadın… Muhtemelen…

Ne var ki… Müşteri duygu ve düşüncelerini dikkate almadan sadece ihtiyaca odaklanmak, çoğunlukla bir sonraki girişimciye pazar yaratmaya yarar. Sonra duyarım “Vallahi aklıma gelmişti. Hatta, benden kopyaladı aslında…” Oysa kopyalanamayan tek bir şey var. Müşteri ilişkisi

10 Eylül 2018

Gelecekhane – 3c

Yiğit Kulabaş’tan sonraki konuşmacı Atölye İstanbul’dan Dr. Ulrich Barnhoefer [1] idi

Tasarım düşüncesi (design thinking) anlattı. (Design Thinking için “tasarım düşüncesi”nden daha iyi bir Türkçe karşılık bulursanız, seve seve kullanırım.)

Tasarım düşüncesinin kökeninin 35 sene önce ODTÜ’de öğrendiğim sistem düşüncesi (Systems Thinking) olduğunu duyunca sevindim. Zaten dinlerken benzerlik dikkatimi çekiyordu. Tasarım düşüncesinin sistem düşüncesinden farkı insanın dikkate alınmasıydı. CRM derslerimde “müşteri odaklı düşünme” diye adlandırdığım akış izleniyordu.

design-thinking

Tasarım kökenlileri ilgilendirecek bilgiler vardı ama bu konuşma için “paylaşmalıyım” diyebileceğim notlar bu kadar. Veri ve müşteri odaklılık konusunda başka not almamışım.

Dr. Ulrich Barnhoefer’in konuşma süresine uymamasını çok olumsuz değerlendirdim. Anlaşılan müşteri odaklı olurken ile izleyici odaklı olunamıyor.

.

Sonraki konuşmacı, Özyeğin Üniversitesi’nin girişim fabrikasının direktörü Sn. İhsan Elgin idi. İhsan Elgin iç-girişimciyi (şirkette çalışırken yenilik yapan kişiyi) anlattı.

Başarılı olduğum yenilikleri şirketlerde çalışırken yapabildim. Bağımsız girişimci olarak pek başarılı değilim. Bu nedenle kendimi bir iç-girişimci olarak nitelerim. Sn. İhsan Elgin’i can kulağıyla dinledim.

Clark Gilbert’in HBR’da yayınlanan yazısına göre [2] S&P’nin ilk 500 listesinde bulunan şirketlerin ortalama ömrü
•    1958’de 81 sene
•    1980’lerde 25 sene,
•    Şimdilerde 18 sene olmuş.

Bizim okul yıllarımızda (1980’lerde) değişimin hızından bahsederken “işe girdiğiniz firma muhtemelen siz emekli olduğunuzda dünyada olmayacak” derlerdi. Giderek daha da hızlanacağını düşünmek gerek.

Danışmanlık şirketleri birkaç yılda bir bazı kavramlar çıkarıyorlar.

TQM (Toplam Kalite Yönetimi) vardı. Şirketler süreçlerini denetlemeye başladı. Gereksiz şişmanladılar. Sonra TPM (Toplam Verimlilik Yönetimi) çıkarıldı. Şişman şirketler zayıfladı. Sonra da inovasyon ortaya atıldı. Büyük şirketler yanlış anladı. Akıl kutuları astılar, fikir ödüllendirme yarışmaları düzenlediler. Olmayınca AR-GE departmanları kurdular. Yine de pazarda satılacak ürün geliştiremediler. Bu arada danışmanlık şirketleri milyonlarca dolar kazandılar.

Sonunda büyük şirketler “Biz yapamıyoruz, bari çocukları satın alalım” dediler. Apple Siri’yi; Microsoft Skype’yi satın aldı. Binlerce satın alma oldu. Çok azı başarıya ulaştı. (Türkiye’de “yetenek” satın alma da yok.)

Eksik olan nokta kurum içi girişimcilik. (intrapreneurship) İç girişmcileri davranışları:

ihsan-Elgin-1

Kendimi öyle tanımladığım için Sn. İhsan Elgin’in “iç girişimcilerin davranışlarını” gösterdiği sayfayı iyi inceledim. Bana çok yakın geldi. Özgeçmişimden [3] , [4] , [5] karşılaştırılabilir.

Yukarıdaki resimdeki Associational Thinking kısmını küçümsemeyin. Outliers’ın yazarı Malcolm Gladwell bu konunun üzerinde çok duruyor. Meşhur 2008 krizinin sebebini de “toplumun beklediği gibi düşünmek” olarak saptıyor. Koyun misali.

“Bunu yapabilir miyim?” değil, “Bunu yapmalı mıyım?” diye sormak gerektiğini vurguladı.

Muhteşem bir “doğru soruyu sormak” örneği olarak kayda alalım. Onsekizbininci e-ticaret sitesine niyetlenirken de bu soruyu kendimize sormalıyız.

Notlarım arasında şu cümle var. “Hiç bir zaman ata yatırım yapmam, jokeye yatırım yaparım” (Maalesef kimin cümlesi olduğunu kaydedememişim.)

Şirketlerde fikirler kesintiye uğruyorlar.

Fikirleri öldürmek için çok çaba sarfedenler oluyor.

Şirketlerinde fikirlerin yeşermesi zor ama… Açıkcası sadece yönetim kademelerinin suçlanmasına karşıyım [6].

Büyük şirketlerde yaratıcı fikirleri dikkate alınmadığı için şikayetçi olan birileri hep vardır. Bunlar için pazarlamanın büyük ustası (Dünyada en çok alıntı yapılan veya referans gösterilen makale olan “pazarlama miyopluğu”nun [7] yazarı) Theodore Levitt [8]  “Yaratıcılık Yetmez” diyor [9] . “Yaratıcılık – fikirler oluşturmak – nispeten kolaydır. Yenilik – onları yaşama geçirmek – çok daha zordur”. “En kötüsü, inovasyonu yaratıcı kişilerin eline bırakmaktır”

Levitt usta şöyle devam etmiş: “Güçlü bir yeni fikir şirket içinde hiç kullanılmadan, yıllarca ortalıkta dolanabilir; bunun nedeni o fikrin erdemlerinin fark edilmemesi değil, onu sözden eyleme dönüştürme sorumluluğunu kimsenin üstlenmemesidir”

“Büyük özel şirketlerde yaratıcılık ve yaratıcı insan eksikliği gerçekten de çok azdır. Esas sorun, kendilerine yaratıcı denilen insanların çoğu zaman esas meselelere el atma sorumluluğunu başkalarına havale etmeleridir. Bu kişilerin kafalarında birçok fikir vardır, ama işin peşini iş dünyasına özgü biçimde kovalama anlayışları çok kıttır. Sahip oldukları fikirlere kulak verilmesini ve denenmesini sağlayacak doğru çabayı göstermezler.”

Orijinalini okumuyorsanız, şunlara göz atıverin [10] , [11]

İhsan Elgin’in sunumunda kısmen kendimi sorguladım. Girişimci olgusuna nisbeten tarafsız yaklaşmasını da olumlu karşıladım.

10 Haziran 2014

Kapak resmi Halil Aksu’dan alıntıdır