Veri hikayeciliği

Veri’den Bilgi’ye yolculuk dizisinin [1] , [2][3] ilk yazısında müşteri profilleme konusundaki örnekleri vermiş ve

Bu kadar kolaysa, neden birçok internet sitesi benim [4] (hatta öğrencilerimin [5]) rahatça yaptığı profillemeyi bir türlü beceremiyor? Neden bize birçok anlamsız mesaj gönderiyorlar?

Veriye sahip olmak ≠ Bilmek denklemini ve “Veri”den “Bilgi”ye giden yolu anlayamadıkları için.

demiştim. Zenginlik = Kullanmak [6] yazısında çok sayıda  veriye sahip olmanın zenginlik getirmediğini ayrıntılı olarak anlattım.

Veri’nin nasıl kullanılabilir duruma getirileceğine bu yazıyla başlayalım.

Öncelikle, veri ile her sorunu çözemeyeceğimizi  anlamamız gerekiyor. Müşteri tecrübesinin önemi gözardı edilmemeli.

Bu şekilde davranılması çoğunlukla IT yönetimindeki CRM bakış açısının uzantısıdır. IT için çoğunlukla “müşteri” yoktur, kullanıcı vardır.  Kullanıcı ile müşterinin farklı olduğunu anlamazlar [7].

Veriyi anlamlandırmak ve doğru müşteriye doğru teklifi sunacak şekilde modellendirme süreci aslında (kolay değil ama) yalın bir süreçtir. Akil (akıllı) pazarlamacılar ile akil IT’cilerin birlikte çalışmasını [8] gerektirir.

Bu süreç önce teknoloji veya veri madenciliği ile değil, pazarlama stratejilerinin incelenmesi ve fırsatların belirlenmesi ile başlar. Şirketin güçlü olduğu alan saptanır. Bu alanda daha iyi hizmet edilecek müşteri segmentlerinin hangileri olduğu belirlenir.

Somuta indirgeyelim. Daha önce özetini verdiğimiz Target’in hamile kadınlar çalışmasının [9] arka planını kendimizce oluşturalım.

Target diğer perakendecilerden farklılaşmaya karar vermiştir. Kendisinin güçlü olduğu alanları incelemiş ve “hamile kadınlar” segmentinde fırsatlar olduğunu saptamıştır. Bu aşaması, yukarıda bahsettiğim “pazarlama stratejilerinin incelenmesi ve fırsatların belirlenmesi” adımıdır.

Sonraki adımda, akil pazarlamacılar bir kadının hamile olduğunu nasıl anlayacaklarını saptarlar.

Bir kadın, hamile olduğunu muhtemelen 30 – 45 gün içinde öğrenir. Hemen alkol ve sigara kullanımını azaltır veya tümden bırakır. Sabun ve şampuan gibi temizlik malzemelerinde kimyasal olmayanları satın almaya başlar. Saçlarını boyamaz. Organik ve katkısız yiyecekleri tercih eder. İşlenmiş gıdalardan uzak durur.

Böylece, hamilelik konusunda gerekli bilgiler ortaya çıkarıldı. Artık, bu bilgileri oluşturan veriler saptanır. Bu verilerin ne kadarının halihazırda altyapıda eksiksiz ve düzgün olduğu öğrenilir. Hepsinin var ve tamam olduğunu düşünelim.

Dikkat edilirse, Senaryo (Amaç) → İhtiyaç → Bilgi → Veri  diye [10] ilerledik.

Bir yandan bu hamile kadınlar kitlesinin büyüklüğü, karlılığa katkısı gibi ölçümlere bakılır; diğer yandan yaşam boyu değeri artıracak ürün patikası [11] ortaya çıkarılır.

Bu aşamada, müşterinin bizi tercih etmesini sağlayacak anlamlı (ve proaktif) tekliflerin ancak çocuğun cinsiyeti belli olduktan sonra yapılabileceği anlaşılır. Hamile olduğu saptanan anne adayının alışverişleri gözlenmeye başlanır. Cinsiyet hakkında fikir veren (mavi-pembe / vb.) bilgiler gelmeye başlayınca”işlem tamam” noktasına gelinir.

Müşteriye anlamlı teklifler sunulmaya başlanır. Her teklife nasıl tepki gösterdiği de izlenir ve ona göre aksiyon alınır.

.

Gelelim başlangıç bölümündeki “Neden büyük şirketler, bankalar, GSM operatörleri bu yapıyı kuramıyor; bize anlamlı teklifler sunamıyor?” sorusunun yanıtına.

Yukarıdaki senaryonun gerçekleşmesi için 2 unsur gereklidir.

1 – Akil pazarlamacı ve akil IT işbirliği [12]

Şanslı şirketlerde teknolojiden anlayan Pazarlama Üst Yöneticileri veya pazarlamadan anlayan Teknoloji Üst Yöneticileri vardır. Akıllı şirketlerde ikisini ayırt etmek zorlaşır [12]

2 – Verileri hikayeleştirecek, anlamlandıracak kişiler.

.

Büyük şirketler hemen her zaman ikincisinden yoksundur. Hikaye anlatacak insanlara değer vermezler. Hatta birincisini bile önemsemiyor olabilirler.

Gelecekte bütün şirketler veri hikayecilerine ihtiyaç duyacaklar.

Resimdeki tahta oyma kendi el işimdir

29 Eylül 2012

Sosyal CRM @ Campaign Dergisi

Campaign dergisinin Eylül sayısında Sosyal CRM konusuna değinildi. Aşağıda, derginin 118 – 120 sayfaları arasında yer alan cümlelerimi ve benimle yapılan röportajın tamamını bulacaksınız.

Sosyal CRM ve geleneksel CRM arasındaki en önemli fark nedir?
Sosyal medyada müşteriler sürekli kendileri hakkında bilgi paylaşımı yapıyor. Bunun sosyal CRM’e katkısı var mı?

CRM’i yeterince bilmeyenler, Sosyal CRM ve geleneksel CRM arasında bazı farklar olduğunu söylüyorlar.

Neymiş, geleneksel CRM mesai saati içinde çalışırken, sosyal CRM 24 saat çalışıyormuş. Doğru değil. 7/24 saat çalışan çağrı merkezleri, Sosyal CRM’den önce de vardı.

Geleneksel CRM’de işlem önemliymiş, sosyal CRM’de etkileşim. Bu da yanlış. 2005’den beri CRM derslerinde etkileşimin izlenmesi ve anlaşılması konusunda yazıyorum, anlatıyorum.

Geleneksel CRM’de kanalı şirket seçermiş ama Sosyal CRM’de müşteri seçiyormuş. Mümkün mü böyle birşey. Hangi şirket çöpe gideceği belli olan mesajları göndermek ister ki. Müşterinin tercih ettiği kanaldan iletişim yapmak için bankanın şube ekranlarını 2003’de tasarlamıştık.

Özetle, fark olarak söylenenlerin büyük çoğunluğu, CRM’i gerçekten bilmeyen ve uygulamayanların uydurmalarıdır. Hemen hepsinin aynı cümleleri kurması bile, aynı yabancı kaynaklardan bilgi alanların Türkiye dışındaki kaynakları yeterince incelemediklerini göstermektedir.

Sosyal CRM, geleneksel CRM’in internet çağının fırsatları doğrultusunda gelişmiş ve evrilmiş bir aşamasıdır. Sosyal CRM ve geleneksel CRM arasındaki en önemli fark, veriyi bulmak, anlamlandırmak, istisna ve anormallikleri yakalayarak müşterinin değişen davranışını anlamak için sarfedilen çabanın Sosyal CRM döneminde azalmasıdır. Artık tarihsel veri ile uğraşmaya, defalarca test edilmiş modeller kurmaya gerek yok. Müşteri kendisi bize söylüyor mezun olduğunu, evlendiğini, bebek beklediğini, doğumu, işe girdiğini, kovulduğunu, yeni ev veya araba aldığını, seyahate çıktığını, vb… Bunları yakalamak ve doğru teklifi yapmak kolaylaştı.

Bir marka Sosyal CRM stratejisini belirlerken nelere dikkat etmeli? Strateji belirleme aşamasında atılması gereken en önemli üç adım nedir?

Bir markanın Sosyal CRM stratejisi, uzun vadeli pazarlama iletişimi stratejisinin bir parçasıdır. Bu nedenle ilk olarak, markanın uzun vade stratejilerine ne kadar uyum sağladığına dikkat edilmelidir. Örneğin, kendini üst düzey marka olarak konumlarken, 2 kuruşa bir “beğen” satın alıp her Facebook hayranını müşteri sanma yanlışına düşmemeleri gerekir.

İkinci adım olarak, var olacakları sosyal ortamlarda “neden orada olmaları gerektiği” konusunda açık ve net fikirsahibiolmaları gerekir. Bu amaçla önce çeşitli senaryolar çalışılmalı ve hangi sosyal ortamda var oldukları takdirde müşterileri ile nasıl yakınlaşacaklarını belirlemeliler

Üçüncü adımda, hangi verilerin ve kavramların kendileri için anlamlı olacağını saptamaları gerekir. Bu aşamadan sonra, müşterileri ile yakınlıklarını artırabilirler, daha önce müşteri olmayanların bile aklına ilk gelen marka olmayı sağlayabilirler.

Markaların doğru Sosyal CRM stratejisi yaratmak için “sosyal müşteri”yi anlaması gerekiyor. Peki, sosyal müşterinin güvenini kazanmak ve onlarla karşılıklı iletişimde devamlılığı sağlamak için neler yapmalılar?

Firma sosyal olmayıp büyük bir marka egosu içerisindeyse, sosyal olmanın göstergesi olan çoğunluktan beslenmek yerine “iyi bir şey ise biz zaten kendimiz yaparız” diyorsa; çalışanlar sosyal mecralarda “buraları da bizden sorulur” diye geziyorlar ve şikayet dışındaki önerilerle hiç ilgilenmiyorlarsa sosyal müşteriyi anlayamazlar.

Sanal olmayan sosyal ortamlarda, arkadaş toplantılarında, iş yemeklerinde, eğitimler ve konferanslarda, fuarlarda ve kongrelerde etrafınızdakilerin güvenini kazanmak ve karşılıklı iletişimde devamlılığı sağlamak için yapmanız gerekenler ile çok farklı değil.
Sosyal ortamlarda biraz daha markanızı başka gibi gösterebilseniz de, perde çabucak açılabilir. O zaman markanın gerçek yüzü ortaya çıkar. Bu nedenle, “sosyal iletişim” yapmak için değil, bizzat sosyal olmak için çaba sarfedin.

“En büyük ve kullanışlı sosyal CRM platformu Facebook” gibi bir değerlendirme yapmak mümkün mü? Sosyal kanalların çokluğu marka açısından sosyal CRM’i zorlaştırıyor mu?

Sosyal CRM’in altyapısının geniş ihtiyaçlarını düşündüğümüzde, her firma için “En büyük ve kullanışlı sosyal CRM platformu Facebook” diyemeyiz. Nasıl ki firmanıza Yönetim Kurulu Üyesi ararken en çok okunan gazeteye değil de, aradığınız uzmanlık düzeyine uygun bir dergiye ilan verirseniz, sosyal mecraların her birini (yukarıda belirttiğim strateji adımları doğrultusunda) ayrı değerlendirmeniz gerekir.

Sizin hedef kitleniz neredeyse, siz de orada olmak zorundasınız. Bazı markalar, Facebook’daki çoğunluğa seslenebilirler. Ama orta-üst marka gruplarının diğer sosyal mecraları daha fazla izlediklerini görüyoruz.

Sosyal CRM birçok diğer sosyal ağdan da yararlanır. Facebook sayesinde müşteri verilerini  güncellerken, Linkedin veya Xing ile iş tarihçesini, Foursquare ile gittiği yerleri, Twitter ile paylaştığı konuları öğrenebilir. Dolayısıyla, sosyal ağların sayısının artması, sosyal CRM stratejisini doğru oluşturanlariçin tehdit değil, müşteriyi daha fazla tanımalarını sağlayan fırsattır.

Yakın zamanda yapılan bir araştırma birçok markanın Twitter’da aldıkları şikâyetlerin yüzde 70’ine karşı kayıtsız kaldığını ortaya çıkardı. Bu durum ve sosyal CRM ile şikâyet yönetimi arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sosyal CRM konusunda dinlediğimiz birçok markanın – yukarıdaki bulguların tersine – çağrı merkezlerine pek ilgi göstermediğini, ama sosyal mecralara düşen şikayetlerde hemen ilgilendiklerini de biliyoruz.

Öncelikle şunu bilmeliyiz. Sosyal CRM, müşteriyi anlamak ve yaşam boyu değerini artırmak yolunda kazanç-kazanç ilişkileri oluşturmaktır. Dolayısıyla Sosyal CRM şikayet yönetimi değildir. Şikayetlerin bir kez daha olmaması için gerekli önlemleri almaktır.
Ayrıca, insanların çok azı doğrudan Twitter’da şikayet etmeye başlıyor. Hemen herkes önce bir şekilde markaya ulaşıp şikayetini dile getiriyor. Doğrudan temas çabasına rağmen olumlu sonuç almadığı takdirde sosyal mecralarda sesini yükseltmeye, ilgi çekmeye çalışıyor.  Bu durum bile, CRM olmadan sosyal CRM olmayacağının bir ispatıdır.

Firma şikayet gerekçelerini ortadan kaldırsa, zaten Twitter’da şikayet etmeye imkan kalmayacak. Bu gerekçeler devam ettiği sürece de, Twitter’da veya diğer sosyal mecralardaki müşteriye söyleyecek sözünüz olmaz. Bu markalar muhtemelen diğer kanallarda da müşterilerin şikayetine kayıtsız kalan markalardır.

Markalar artık sosyal medya aracılığıyla sadece müşterilerle konuşmuyor, onların kendi aralarında yaptıkları konuşmalara da şahit oluyor. Bu durumun dezavantajaları ve avantajları nelerdir?

Hangi meyvenin, hangi konuda yararlı olduğunu bilen biri meyve çokluğundan şikayet eder mi? Aynı şekilde, sosyal CRM stratejisini düzgün oluşturan markalar için bu durum kesinlikle tehdit yaratmaz. Aksine, hem bilgi edineceği hem de müşterisine yakın olacağı ortamların sayısını artırır.

Müşterilerinin kendi aralarındaki sohbetlerinden birşeyler öğrenir, hataları varsa kendisine çeki düzen verir. Başkalarının hatalarından ders alır. Müşterinin ona gelmesinden önce, o müşteriye doğru teklifi doğru zamanda yapacak fırsatları bulur.

Sosyal CRM’i kullanarak müşteri kitlesini genişletmek mümkün mü?

Sosyal CRM’i kullanarak, hem mevcut müşteriye çok daha iyi teklifler sunmak, hem de müşteri kitlesini genişletmek mümkün.  Zaten bu ikisini de yapamayanların Sosyal CRM’den bahsetmemesi gerekiyor.

Müşterilerinizin arkadaşlarından hangilerinin sizin için hedef müşteri kitlesinde olduğunu görürsünüz. Hangi teklif ile müşteri yapabileceğinizi de anlarsınız. Bu nedenle, sosyal ağ sayısının artmasının kesinlikle  olumlu olduğunu söylüyorum. Dediğim gibi, siz hangisini ne amaçla kullanacağınızı bildiğiniz sürece, müşteri temas noktalarının artması sizin lehinize bir gelişmedir.

Sosyal CRM’de müşteri segmentasyonunun önemi nedir?

Segmentasyon, zaten her pazarlama faaliyetinin en önemli etmenidir. Sosyal CRM’in farklı olarak segmentasyona getirdiği çok büyük bir fayda vardır.

Eskiden A – B – C1 – C2 – D gibi sosyo-ekonomik statüler vardı. CRM ile, bir müşterinin çok sayıda segmentte yer alabileceği ortaya çıktı. 4 – 5 olan segment sayısı 20’li, 30’lu rakamlara yükseldi. Sosyal CRM sayesinde ise, dünyada 200 segmentten bahseden firmalar ortaya çıkmaya başladı.  Eskiden bir hayal gibi anlatılan “bire bir pazarlama” ve “bir kişilik segmentler” gibi kavramlar, sosyal CRM sayesinde gerçek olmak üzere.

Herkese ilgilendiği reklamları göstermek, sadece satın almayı düşündüğü teklifleri sunmak, en doğru zamanda doğru mecradan temas etmek gibi fırsatları sosyal CRM sağlıyor. Bunu gerçekleştirmek için de segmentleri ayıran değişkenleri anlamak, dinamik ortama göre değişen dinamikleri yönetebilmek gerekiyor.

Akıllı telefonlar,  tüketicilerin sürekli internette olabilmesi Sosyal CRM’i nasıl etkiliyor?

Yukarıda dediğim gibi, her yeni kanal müşterinin daha fazla izbırakmasını sağlıyor. Hem müşteriyi daha iyi tanımak için fırsatlarımızı, hem de müşteriyle temas edebileceğimiz noktaları artırıyor.

Yeter ki bu kadar çok veriyi anlamlandırma yeteneği olsun. Elbette bir de doğru teklifi sunabilecek altyapı kurulsun.

Sosyal medya yöneticilerinin sosyal CRM’deki rolü nedir?

“Sosyal medya yöneticileri” diyerek markalarda çalışan sosyal medya uzmanlarını söylüyorsanız,  sosyal CRM konusunda çoğunun hiçbir fikri yok. Bu işin istatistik ve matematiğe dayandığını, sürekli ölçüm ve iyileştirme gerektirdiğini bilmiyorlar. Verileri anlamlandırmaktan uzak, dünyayı sadece Facebook ve Twitter’da sayfa açmak ve reklam yapmak zanneden, model denildiğinde aklına verinin bilgiye dönüşümü değil de top-model gelen kişilerin yakın gelecekte sosyal CRM’de etkin rol oynamalarını bekleyemeyiz.

Birkaç yıl süresince, markalar sosyal mecralarda yer almak konusunda tereddüt yaşadı. Bu dönemde marka iletişimi konusunda yeterli derinliğe sahip olmayan birçok kişi, sosyal mecralarda yer aldıkları için sosyal medya iletişimiiçinde yer aldı.

Markalar başkalarının başına gelen başarısızlık öykülerinden çabuk ders alıyorlar.  Bugünlerde Türkiye’de sosyal CRM’e ilgi duyan marka sayısının fazla olduğunu, kendi sosyal medya ajanslarından daha önde olduklarını söyleyebilirim.

Markalar Sosyal CRM uygulamalarının performanslarını nasıl ölçmeli?

Başında sosyal olsa da olmasa da her kurumun CRM ölçütü aynıdır: Müşterinin yaşam boyu değerinin artması. Bunun doğrudan yansımasını da hisse değerinde ve karlılıkta görürüz.

Ama uzun vadeyi – sene sonu bilançosunu – beklemeden hemen nasıl ölçeriz diye soruyorsanız… Azalan şikayet sayısı, memnuniyetini yazan müşteri sayısı, satışa dönen teklif sayısı ve oranı, sosyal mecralardan kazanılan yeni müşteri sayısı, sosyal mecralardan yapılan tekliflerde artan çapraz satış sayısı…

Bunların hepsi de doğru müşteriye doğru zamanda doğru teklifi doğru kanaldan yapmış olduğunuzun göstergeleridir.

Dikkat edilirse hayran sayısı, beğen sayısı, 2 kuruş rüşveti görüp arkadaşlarını çağıran kişi sayısı gibi ölçütler, sosyal CRM’in ölçü birimleri değildir. Sizi kaç kişinin izlediği değil, sizin kaç kişiyi izlediğiniz önemlidir. Hem müşteri memnuniyetini, hem de markanın karlılığını aynı zaman içinde artırmayan şey sosyal CRM değildir.

Markalar sosyal CRM sayesinde elde ettikleri bilgi birikimini müşterilerin yararına olacak şekilde nasıl kullanmalı?

Markalar, doğru müşteriye doğru zamanda doğru teklifleri yaparak, sosyal CRM sayesinde elde ettikleri bilgi birikimini müşterilerin yararına olacak şekilde kullanırlar. “Bunun bir garantisi var mı?” diye sorarsanız… Müşteriyi her yönüyle tanıyabilecek veri setine sahip olmak, çok büyük bir silahtır. Bunun nasıl kullanılacağı, markanın ahlak anlayışına bağlıdır.

Müşterinin zayıf özelliklerini bilen ve bunu kullanarak müşteriye ihtiyacı olmayan bir ürünü satmaya uğraşan da olacaktır. (Bunlar şimdi de yapılıyor.)

Türkiye’de sosyal CRM ne durumda? Sosyal CRM’den anladığını ve hakkını verdiğini düşündüğünüz dünyadan ve Türkiye’den hangi markalar var?
Sosyal CRM’in Türkiye’deki geleceğini değerlendirir misiniz?

Türkiye’de bu konuya girmeye çalışan ama çekinen bazı firmalar var. Sosyal mecralarda en çok zaman geçiren ülkelerden biri olduğumuz için Türkiye’deki markaların Sosyal CRM’den uzak durmaları mümkün değil. Nasıl ki bazı sosyal medya facialarından sonra, (yavaş da olsa) markalarımız sosyal medyada olmayı öğreniyor; aynı şekilde Sosyal CRM’i de öğrenecekler ve yurt dışındaki benzerlerinden daha hızla hayata geçireceklerdir.

Bu arada yanlış anlamalardan doğacak yol kazaları da olacaktır. Ben yine de hiçbir Sosyal CRM kazasının sosyal medya pazarlama kazaları kadar büyük ve olumsuz olacağını sanmıyorum. CRM’in doğasında “deneme – öğrenme – tekrar deneme – tekrar öğrenme” kavramı olduğundan,  birkaç küçük hata olsa da markayı veya kurumu çok yıpratacak kazalar olmayacak, aksine markalar hatalarının maliyetinden çok daha fazla verim getirecek bilgi ve deneyimlerle çıkacaklardır.

Müşterinin değeri 2

Arkadaşlarım “bankaların neden çoğunlukla anlamsız teklifler yaptığını” [1] sordu. Bildiğim kadarıyla anlatayım.

Bankaların bir çoğu müşteriyi şöyle değerlendirir. Kullandığınız krediler bankadaki varlıklarınızdan (mevduat, yatırım fonları, tahviller, vb.) fazlaysa BORÇLU (hatta RİSKLİ [2] ), varlıklarınız fazlaysa ALACAKLI.

Diğer yandan bankacılık ürünlerinin kulanımı için müşterinin gelirinin önemli değişkenlerden biri olduğu da bilinir. Kredili ürün (kredi kartı, nakit kredi, oto kredisi, mortgage) almak isteyenler zaten gelirlerini belgelemek zorundadır. Bu müşterilerin verileri kullanılarak

  • Ücret veya gelirler,
  • Harcamaların toplamı,
  • Otomatik ödemedeki elektrik, su, gaz, vb. kullanımı,
  • Motorlu Taşıt Vergisi’ne göre arabanın markası, modeli, değeri
  • Borçların toplamı,
  • Vergi ödemeleri,
  • Gayrimenkulun değeri,
  • Kredi başvurusundaki veriler,
  • Gelirler ve harcama arasındaki farklar (ücretli / profesyonel kişiler için)

gibi değişkenler modellenir. Böylece gelirini belgelememiş olan müşterilerin gelirleri de tahmin edilmeye çalışılır. (Tahmin modelinin doğruluğu, geliri bilinen müşterilerle test edilir, düzeltilir.

Buraya kadar bilinmeyen, farklı birşey yok. Ne var ki CRM’in ilerleyen aşamalarında bu model müşteri potansiyelini saptamaya yetmez. Örneğin:

Müşteri 500 bin TL değerinde bir ev almaya karar verir. 150 bin TL’yi kendisi biriktirip, bankadan 350 bin TL kredi alır. O andan itibaren BORÇLU olur.

Ödemelerini düzgün yapar. Son birkaç aya gelindiğinde 20 bin TL borcu kalmıştır. Banka için hâlâ BORÇLU’dur. Taa ki tüm ödemeleri sona erinceye kadar… Yapılan teklifler de bu doğrultuda (borçlu müşteri için) hazırlanmıştır. Oysa CRM [3] müşteriye doğru teklif [4] yapmak için vardır.

O aşamada borcun ödenmeme ihtimali onbinde bir’in altındadır. Zaten, faizleri ile birlikte 330 bin TL’yi ödemiştir. Müşteri artık 500 bin TL değerinde bir evin sahibidir. Yakın gelecekte (hatta şimdiden) yatırım ürünlerini kullanmaya aday olmuştur.

 

Bankalar müşterinin potansiyelini anlamak için hangi verileri nasıl kullanacaklarını [5] saptarlar ve doğru kriterleri geliştirirlerse, gerçek CRM kavramlarına [6] yaklaşabilirler. O zaman da size doğru teklifleri sunarlar.

Resim BKM ajandasından alıntıdır

18 Eylül 2012

Veri Ambarı’na başlangıç

Veri ambarı oluşturma, verilerin anlamlandırma, veriyi bilgiye dönüştürme ve müşteriyi daha iyi tanıma konusunda onlarca [1] yazı yayınladım.

Danışmanlık projelerim sırasında veri’den kampanya’ya gidilmeyeceğini, yolun

Senaryo (Amaç) → İhtiyaç → Bilgi → Veri

sırasıyla izleneceğini de defalarca anlatmaya çalıştım. Yemek tarifinden bile örnekler [2] verdim.  Yine de yeteri kadar iyi anlatamadığımı farkettim.

En iyisi, somut bir örnekle açıklamak.

Müşterilerinizin:

  • Mağazalarınıza uğrama sıklığında azalma / çoğalma olup olmadığını;
  • Sizinle alışverişi azalttığını / çoğalttığını;
  • Bu azalma / çoğalmanın yaz tatili veya uzun Bayram’lardan ötürü olup olmadığını;
  • Bayramlarda / tatillerde çok ziyaretçisi gelip gelmediğini;
  • Bayramlarda / tatillerde başka yere gidip gitmediklerini;
  • vb…

sadece 2 bilgiyi 36 – 48 aylık dizi ile gözlediğimizde bulabileceğinizi biliyor musunuz?

Bu 2 bilgi:

  • Aylık alışveriş adeti
  • Aylık ciro

Sacede 2 bilgiyle yukarıya yazdığımdan çok daha fazla konuda müşteriyi tanıma ve doğru teklif yapma fırsatınız olur.

Bu bilgilere çok gittiği mağazaları da (2 – 3 bilgi daha) eklerseniz, (ödevdeki [3] gibi) müşterinin yazın Marmaris’e gittiğini, kışın küçük alışverişleri küçük mağazalardan, büyük alışverişeri büyük mağazalarınızdan yaptığını, hatta evini taşıdığını bile bulabilirsiniz.

Önce amaçlarınızı belirleyerek, ama eldeki malzeme ile bu şekilde başlarsanız, zaman içinde

  • Yaşam tarzının değişip değişmediğinı;
  • Bebek, evlilik, boşanma, vb. yaşayıp yaşamadığını;
  • Zorunlu  / ucuz eşyaları sizden, diğerlerini başkalarından mı aldığını…

bulmak [4] için hangi bilgilere gerek duyacağınızı da öğrenirsiniz.

Yeter ki doğru başlayın [5] .
14 Eylül 2012

 

CRM deyimleri

Ne zaman ki bir şirket

müşteri bilgisi” dediği zaman veri tabanından, veri analizinden değil de şube veya çağrı merkezine indirilmiş [1] , [2] , [3] bilgiden bahsediyordur;

CRM dediği zaman yazılımları [4] , [5] , [6] değil de temas noktalarındaki personelin veya donanımın (kiosk, ATM, internet, otomatik yanıt sistemi, mağaza ekranları [7] , vb…) milyonlarca müşteriyle tutarlı bir iletişim [8] , [9] , [10] içinde olduğunu söylüyordur…

o şirket CRM’i anlıyor ve uyguluyordur.

Bu nedenle

Şanslı şirketlerde teknolojiden anlayan Pazarlama Üst Yöneticileri veya pazarlamadan anlayan Teknoloji Üst Yöneticileri vardır.

Akıllı şirketlerde bu ikisini ayırt etmek zorlaşır [11] .

diyoruz.

Resim şuradan alıntıdır.

Aşçılık ≈ Kampanya yönetimi

Yemek yapmayı kendiliğinden öğrenenler en basit, tek malzemeli ve ustalık gerektirmeyen yemeklerle başlar. Makarna [1] ve sahanda yumurta ilk yapılan yemeklerdir. Yumurtanın sarısını akışgan ama beyazını pişmiş yapmak bile zamanla öğrenilir. Sonra menemen’e geçiş yapılır.

Her ne kadar tek malzeme gibi görünse de, pilavı tane tane ama iyi pişmiş yapmayı öğrenmek de zaman alır.

İlk dönemlerde amaç, yemek yapmak değil karın doyurmaktır. Mutfakta hemen her zaman yumurta, yereyağı, patates, soğan olduğundan bunlarla yapılan yemekler öğrenilir. Nedense karın doyurmayı, evdeki malzemelerle yenecek birşeyler üretmeyi öğrenmeden yemek yapmaya başlanmıyor. (Aşçılık okullarına gidenlerin öğrenme süreçlerini bilmiyorum.)

Zamanla karın doyurmaktan, yemek hazırlamaya geçiş yapılır. Çok aşamalı ve çok malzemeli yemekler öğrenilir ve sunulur. Arkadaşları şaşırtan, “mutfakta biri mi var” dedirtecek yemekler yapılmaya başlanır. Artık misafir çağırılabilir.

Yemeğe misafir gelecekse, önce hangi yemeklerin yapılacağına karar verilir. Sonra bu yemeklerin malzeme listesi çıkarılır.  Ona göre alışveriş yapılır.  Malzemeler geldiğinde, hangilerinin kabuğu soyulacak, hangileri dilimlenecek, hangileri ince doğranacak… hazırlanır.

Hangi tencere veya kap gerekiyorsa ocağa konur. Ocağın altı açılır. Önce su mu ısıtılacak, yağ mı kızdırılacak…

Ustalığın gerektirdiği hızla, acele etmeden [2] yemek yapılır.

 

Biliyor musunuz, veriye dayalı kampanyalar da aynen o şekilde hazırlanır.

Ustalaşmadan önce karmaşık ve çok aşamalı yemekleri yapmadığımız gibi, veri ambarına dayalı çalışmalarda da önce basit işleri ve hızlı kazanımları hedeflemeliyiz. Tıpkı karın doyurmak gibi, elde ne varsa onlarla çalışmalar yapılmalı, acemilik dönemi bu şekilde aşılmalıdır.

“Müşterinin tuttuğu takım”, “ayakkabı numarası” gibi bilgilerin ne zaman ve ne amaçla kullanılacağı ve şirkete ne kadar para kazandıracağına dair araştırma yapılmadan “fazla veri göz çıkarmaz” derlerse de bu şekilde başlanan çalışmalar çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanır.

Kullanılmayan malzemenin zamanı geçer. Ya çürür, ya da kullanım süresi biter.  Tıpkı veriler gibi…

Böylesi gerekli / gereksiz veri talebinde bulunan şirketlerin hangisiyle konuşmuşsam ya “elde yeteri kadar veri yok” demiştir, ya da “IT’nin veriyi hazırlayamadığını” söylemiştir. Açıkçası, ilk (yetersiz veri) görüşüne hiç katılmadım. Ellerindeki birkaç veriyle ne kadar çok iş yapılacağını anlattım. İkincisinde ise (IT hazırlamıyor) talebin doğru yapılıp yapılmadığını sorguladım.

Diyelim ki eldeki verilerle çok sayıda kampanya yapıldı ve acemilik giderildi. Artık daha yüksek hedefler peşinde koşulacak. Yine yemek kültürü işe giriyor.

Pazardan rasgele malzemeler satın alıp, sonra yemek yapmak nasıl iyi sonuç vermezse; önce “ayakkabı numarası” veya “tuttuğu takım” gibi ilgisiz verileri toplayıp, sonra “bunca verimiz var, bari birkaç kampanya yapalım” demek de iyi sonuç vermez.

Veri tabanına dayalı güzel bir kampanya yapmadan önce, ihtiyacı belirlemek gerekir. “Patates ve ete ihtiyacım var” diye değil “Cafe de Paris yapmak istiyorum” diye başlanılmalı. Sonra da “Cafe de  Paris yapmak için, önce …” diye düşünüp hem süreci hem de malzemeleri saptamalıyız.

Sadece malzemeleri düşünenler, çoğunlukla süreçteki hardal sosunu unutuverirler.

GSM operatörlerinin, bankaların, fırsat sitelerinin bir türlü doğru teklif sunamadıkları kampanyalar da böyle hazırlanıyor.  İhtiyaçlar belirlenmeden [3], sadece eldeki verilerle [4] yola çıkılıyor. O zaman da doğru veriler [5] gözardı ediliyor. Size hiç satın almayacağınız ürünler ve paketler sunuluyor.

Tüm süreci [6] kafanızda iyice canlandırabildiğiniz takdirde, yemek ve kampanya güzel olur. İstediğiniz tepkiyi alırsınız. Misafiriniz veya müşteriniz keyif alır. İkinci bir yemek davetini veya teklifi dört gözle bekler.

Resim şuradan alınmıştır.

12 Eylül 2012

Önce Sen, sonra Ben

Ben olsam dilbilgisi kitaplarındaki tekil şahıs zamirlerini şu sıraya göre düzenlerdim.
Sen, ben, o!
Başta sen gelir, çünkü ben diye bir şey yok sen olmadıkça.

Behçet Necatigil

Bir kadın için yazılan bu şiiri okumak benim aklımda bambaşka yolların kapılarını açıyor. İş hayatında duyduğum en anlamlı öğüdü veren bir büyüğün “Müşterini sevgilin kadar iyi tanı.” tavsiyesi kulağıma küpedir her zaman. Tek fark, müşteriyle yer değiştiren bağışçı. Biz kaynak geliştirmeciler için önemli olan bağışçılarımızı nasıl bulacağımız, kendimize nasıl inandıracağımız ve uzun yıllar birlikte kalmaya ikna edip edemeyeceğimiz. İşte bu noktada, doğru yolu bulmak için Behçet Necatigil’in sözlerine bir kulak vermek gerekiyor. Çünkü STK/ Bağışçı ilişkisini tam da bu cümle anlatıyor; “Başta sen gelir, çünkü ben diye bir şey yok sen olmadıkça.”

Bu “senler” her yerde ve biz STK’ların varoluşu onların elinde. Oysa onlar bunu bilmiyor. Kendilerine ihtiyacımız olduğunu en az Necatigil kadar iyi anlatmamız gerekiyor ki birlikte bir yolculuğa çıkalım, anlamlı bir şeyler paylaşıp, mutlu sona varalım. Oysa anlatabilmenin yolu tanımaktan geçiyor. Peki biz bağışçılarımızı ne kadar tanıyoruz?

Bizi arayıp soran bağışçı zaman zaman fazla nazlı görünebilir gözümüze. Çünkü aslında biz sadece naz yapanlarla diyaloga giriyoruz çoğu zaman. Dönüp bize olan sevgilerini sorguladıkları bu anlarda “sana olan sevgimden şüphe etme, bak birlikte neler yaptık, önümüzde uzun bir hayat var, daha neler neler yapacağız. Yeter ki sen bu ilişkide kal.” diyerek onları telkin ediyoruz. Aslında onlar da bizi sevdikleri için, söylediğimiz sözler gerçekçiyse bizimle kalmaya devam ediyor. Bu, bağışçı ilişkilerinin en zorlu görünen ama aslında en kolay biçimi.

Oysa bir de tanımadıklarımız var. Birlikteliğimiz boyunca çok da soru sormadılar. Göz ucuyla bile baktığımızda onların ne kadar umursamaz olduklarını görebiliriz. Çünkü ona gönderdiğimiz e-postalara bakmaz, açtığımız telefonları cevaplamazlar.

Ona zaten ilgilenmeyeceğini bildiğimiz yollardan ulaşmaya çalışarak ömür tüketiriz. Sonra bir gün, tek bir sözüyle bırakıverir bizi. “Ama, ben sana mail atmıştım, telefon açmıştım.” desek ne fayda…

Maalesef, bağışçıyla iletişim sözkonusu olduğunda biz, sivil toplum kuruluşları çok işi olduğu için çocuğuna zaman ayıramayan ebeveynler gibiyiz.

Charity: Water ise bağışçılarla geliştirdiği ilişkiler konusunda her sivil toplum çalışanını kendine hayran bırakan bir kurum. Neden mi? Bir örnekle bakalım;

Charity: Water’in kurucusu Scoot Harisson, 6. yaş gününde Charity: Water’e bağışlamak üzere 300 Dolar kaynak yaratmaya çalışan Mackenzi’ye aşağıdaki videoyla teşekkür ediyor.

Video

Bence, her türlü işini bırakıp 300 USD bağışta bulunan bağışçısına teşekkür eden Scoot Harisson, “Başta sen gelir, çünkü ben diye bir şey yok sen olmadıkça.” demenin bir yolunu bulmuş.

Darısı bizlerin başına.

Sevgili arkadaşım Ece Ünver‘in bu yazısı ilk olarak Fund Raising Okulu’nda [2] yayınlandı. Kendisinin izniyle burada paylaşıyorum.

SPAM = Edepsizlik

Veriyi iyi kullanan kurumlar açısından izinli pazarlamanın ortadan kalktığını [1] yazmıştım.

Maalesef ellerindeki zengin veriyi kullanamayan [2] bankalar, GSM şirketleri, fırsat siteleri çağın gerisinde [3] yaşamaya devam ediyor.

Bir de e-posta adresinizi ele geçirip edepsizlik edenler var. yahoo veya mynet adresli bu edepsizler sürekli mesaj gönderiyorlar.

Cep telefonundan sildiklerim yukarıdaki “spam listesi‘nde yok. Sadece PC açık olduğu saatlerde bu kadar çok ve tekrarlayan mesajlar gönderiyorlar. Sildiklerim de listede olsa, hemen her gün, hepsinden mesaj geldiğini görürsünüz.

Internette araştırdım. 2009’dan beri spam yapıyorlarmış. Bu edepsizler, izinli pazarlamaya ilişkin yasayı desteklememi sağlıyorlar. Yasa çıkar çıkmaz onları mahkemeye vereceğim.

Resim şuradan alınmıştır.

Marka deneyimdir

Orijinalini aylarca giydiğimde bile bozulmazken üzerine istediğin markayı çaktığın tişörtler, daha ilk yıkamadan sonra aslından fersah fersah uzaklaşıp küçülüyorsa, yan dikiş çizgileri öne arkaya dönüyorsa…

Türkiye’de, hiçbir yerde aynı rahatlıkta tek bir tane bulamayıp, yerli tekstilcinin ülkemde ürettiğini iddia ettiği iç çamaşırını yabancı markadan satın alıyorsam…

Senden aldığım tenekeyi açıp, içinden kahvaltıya 3 – 5 tane zeytin almak için çekiç, keski ve pense ile ciddi bir faaliyete giriyorsam; sen bu sırada, “Zeytinim ve zeytinyağım dünyanın en iyisi; ama herkes gidip gavurdan alıyor.” diye şikayet ediyorsan [1]

Gelen izleyici sayısının şehir nüfusuna ulaştığı elin adamının şehrinde, olimpiyatlar veya final maçları olduğunda hayat aksamıyor ve hiç sıkıntı çekilmiyorken, burada yapılan ve çok daha az sayıda katılım olan bir uluslararası etkinlik yüzünden yollarda saatlerimiz kayboluyor, değiştirilen trafik akışıyla gideceğimiz yere bir türlü ulaşamıyorsak…

Dünyanın dört bir tarafındaki spor kulüplerine ve etkinliklerine sponsor olduğun için markalaştırmak istediğin adını, her karşılaşma izlediğimde görüyorsam ve sen 16 haneli kredi kartı numarasına bile işlem yapamayıp [2] suçu da kendi sisteminde değil, bende arıyorsan…

Markalaştırmak istediğin adını bir şeyleri çeşitli yer ve rakamlarla “Şurada çeker, şu kadar çeker.” kavramıyla eşleştirirken, bana sunduğun tek bir öneri bile anlamlı değilse ve ihtiyacım olmayan paketleri satmak için bin türlü numara çevirip [3] sonra “Ama sen kabul ettin.” diye haklı çıkmaya çalışıyorsan…

Misyon ve vizyon cümlelerinde müşteri kelimesini bolca kullanırken, senin dükkanına gelerek işini tamamlayıp gitmek isteyene düzgün hizmet veremiyorsan [4] ve bahane olarak sistemin böyle çalıştığını söylüyorsan…

Çağrı merkezinde anlayışsız ve insan görünümünde robot beyinliler çalıştırarak, müşteriye çözüm üretmek yerine türlü laf kalabalıklarıyla telefonu kapattırmayı [5] hedeflerine koymuşsan…

Reklama milyonlarca dolar harcayıp televizyona her baktığımda markalaştırmak istediğin adını görmemi sağlarken, nakit karşılığından fazlasını bloke ettiğim zaman bile 12.500 liralık teminat mektubunu iki buçuk günde veremiyorsan…

Dünyanın bir yerlerinde internet şubesinin görselleri ile ödül aldığını ödemeli medyada yayınlarken, vadeli hesaplarımdaki paralarımın vade sonu tarihini ve o tarihte kaç lira olacağını bile aynı ekranda gösteremiyorsan…

Markalaştırmak istediğin adının altında komutan paşalardan çok yıldızın varken, uzun yolculuktan sonra saatlerce hazırlayamadığın odama dinlenmeye çıkamadığım sürede “Beklerken kahveniz bizden.” diyemiyorsan; girerken saatlerce beni perişan ettiğin halde çıkış günü 15 dakika geciktiğim için odama girişi engelleyip “İsteyerek yapmıyoruz, sistem böyle çalışıyor.” bahanesine sığınıyorsan…

Neden ötekinin peşinde koşuyorsun, neden beni beğenmiyorsun diye sorma. Elbisesiyle, zeytiniyle, yağıyla, şehriyle, havayoluyla, telekomcusuyla, bankasıyla, oteliyle…

MARKA deneyimdir.

 

İlk olarak 4 Haziran 2012’de Gennaration’da [6] yayınlandı.

İş Zekası Tecrübeleri 3

29 Ağustos 2012 tarihli  iş zekası ve bilgi yönetimi konulu 6′ıncı Gartner EEE Buluşması‘ndaki notlarımı ve yorumlarımı aktarmaya devam ediyorum. İlk 2 yazı [1] , [2] .

TTNet’ten Abdulkadir Kesimli, dış arama (outbound) ile yapılan kampanyalar konusundaki düzenleme ve standartlaştırma çalışmalarını  aktardı.

16 – 17 farklı Pazarlama Grubu’nun çeşitli hedef kitlelere çeşitli mesajlar vermek istediklerini, bu nedenle aynı müşteriye farklı (hatta çelişik) [3] mesajlar gittiğini, sonuçta müşteri memnuniyetsizliği ve geri dönüşlerde ciddi düşüşler yaşandığını söyledi.

Defalarca yazdım, söyledim. Kampanya yönetimi merkezi yapılmalıdır. Eğer şirketin pazarlama gruplarının fazlalığı ve uzmanlık farklılığı merkezi kampanya yönetimi yapılmasını olanaksız kılıyorsa, çelişkileri  [4] , [5] , [6]  asgariye indirecek kurallar tanımlanmalı ve pazarlama grupları bu kurallar içinde hareket etmelidir.

Dış aramalar ekibinin kapasitesini de etkin kullanmak gerekiyor. Çeşitli Pazarlama Gruplarının aynı kaynağı rasgele kullanması sadece müşterilerde değil, şirket içinde de huzursuzluk yaratıyor. Yanlış kullanılan kaynaklar da verimi azaltıyor.

TTNET ilk olarak, öncelikleri belirlemiş. Her ay başında, o ayki iş önceliklerine göre hangi Pazarlama Grubu’nun öncelikli olduğuna karar veriliyor. Bu grubun hedeflediği kitleye diğer gruplar mesaj atamıyor.

Altyapı, pazarlama grupları’nın kendi – önceliklerle belirlenmiş – sınırları içinde bizzat kendilerinin kampanya hazırlayacağı duruma getirilmiş.

 

İki konuyu merak ettim. (Bunları toplantının son saatindeki soru-cevap kısmında sormamamın nedeni, soruların karmaşıklığıdır.)

  • Hedef kitle belirlerken pazarlama / analitik çalışması nasıl yapılıyor? Analitik çalışmanın ağırlığı [7] nedir?
  • Müşterinin “ürün kullanım patikası” [8] gibi modeller olduğunda, bu kadar öncelik çalışmasına gerek kalır mı?

Benim gözümde, “Şirketin hedefleri doğrultusunda pazarlama grupları arasında öncelik saptanmasıürün odaklı yaklaşımın devamıdır. Bu yaklaşım sırasında Bilgi Yönetimi’nin kullanılması, şirketi şimdilik rahatlatsa da, orta vadede yine kampanya verimlerinin azalmasına engel olmayacaktır.

Ürün odaklılıktan müşteri odaklı kampanya yapısına geçiş sürecindeki adımlardan biri olması dolayısıyla, bu örneği daha sonraki çalışmalarımda kullanmaya karar verdim.

Sn. Abdulkadir Kesimli’nin sunumunun tamamını BT Yönetimi 2.0′da [9] bulabilirsiniz.

*    *    *    *    *

Migros’tan Ali Kadıoğlu, mağaza yöneticisinin mağazayı satış alanından yönetmesini sağlayan “Benim Ofisim” uygulamasını anlattı.

  • Veri satış alanına indiriliyor
  • Mağaza müdürlerine mobil cihaz veriliyor. Ayrıca mağaza içinde stand kıvamında tabure + şeffaf masa ile yönetim ofisi yaratılıyor.
  • 10 saniyede gelmeyen rapor, gezici cihazlara verilmiyor.
  • İstisna raporlaması: Bir sorun varsa, önce onunla ilgilenilmesi sağlanıyor.
  • Doğru reyon yönetimi (Bilgiyi doğru kullanan mağaza müdürü, satışı %25 artırabiliyor.)
  • Merkeze bilgi ve resim gönderebiliyor.
  • Mağaza müdürü ziyarete gelen üst yönetime mevcut durumu 10 dakikada gösterebiliyor.

Genel Müdür’ün bu projeye desteği vurgulandı. Hangi bilgi ile ne yapılacağını bizzat sorguladığı belirtildi.

Bilgi Yönetimi sürecinin en önemli halkalarından biri, her veriyi değil ihtiyaçlar doğrultusunda doğru verileri işlemeyi [10] anlamaktır. Genel Müdürü kutluyorum.

Sadece altyapı değil, üst ve orta yönetim kadrolarının vizyonunun prakendecilerin imrenerek bakacakları bu uygulamayı hayata geçirdiğini düşünüyorum.

Sn. Ali Kadıoğlu’nun sunumunun tamamını BT Yönetimi 2.0′da [11] bulabilirsiniz.

*    *    *    *    *

Son konuşmacı Turkcell‘den Fatih Lütfi Feran idi.

Veri madenciliğinde veriyi yönetmek başlıklı bir sunum yaptı. Pazarlama birimlerinin bir yazılım sunumundan sonra satın alması ile başlayan süreci anlattı. İş biriminin satın almasından sonra, IT ekiplerinin dahil olmasının sıkıntılarını paylaştı.

BT Yönetimi 2.0’dan [12] aynen alıntılıyorum:

Bir firmanın teknoloji takdimi yapması üzerine, iş birimleri bu teknoloji tercih etti ve çok kısa sürede temel bir proje tamamlandı ve kuruma teslim edildi. Sonra bu araç BT’ye teslim edildi. İş birimleri son derece memnun, ama BT henüz konuya çok hakim değil, yeni karşılaşmaktadır. Bu evreye tanışma evresi denilebilir.

BT bu araç ile tanıştıktan sonra hizmet vermeye başladı. Bir miktar bilinçlenen ve olgulaşan müşteriler çok talepkar olmaya başladılar. Bu evreye istila evresi denildi. Bu araçları ve organizasyonu zorladığı için, doğal olarak bir olgunlaşma sürecine girildi. Sonraki aşamaya ‘esneme’ yani esnek ve çeşitli hizmet verme aşamasına geçildi. Son evreye ise açık büfe adı verilmekte, zira kullanıcı kendi işini kendi görebilir hale gelinmesi arzu edilmektedir.  

Veri madenciliğinin %10 – 20; veri hazırlamanın %80 – 90 zaman aldığı söylendi. Önceleri aylık verinin hazırlanması 27 gün sürüyormuş. Şimdi 3 güne inmiş.

BT Yönetimi 2.0’dan [12] deki sunuma göz atmanızı ve ders alınması gereken İstila / Olgunlaşma / Esneme / Açık Büfe dönemlerini okumanızı rica ediyorum.

Yorumlarıma gelirsek…

Turkcell’in Bilgi Yönetimi beceriksizlikleri konusunda defalarca yazdım. Sağdaki İlgili Yazılar kısmında bazılarını görebilirsiniz. Yorumlarımı okumadan önce, Turkcell hakkında genellikle olumsuz düşündüğümü bilmenizi isterim.

Süreçte güzel dersler almış olsalar da ( [12] deki sunum – sayfa 11) temelde hatalı yol izliyorlar. GSM gibi anlık değişikliklerin can yaktığı bir pazarda 3 gün çok büyük bir süre. (Yukarıdaki resim)

“5000 değişken” üzerinde durulmuş. Hepi topu 20 – 30 bilgi ile onlarca, 400 – 500 bilgi ile yüzlerce kampanya yapılabilirken 5000 değişkenden bahsedilmesi, operasyonel veri tabanından çalıştıklarını anlatıyor.

Demek ki Turkcell müşteri odaklı veri tabanını [13] , [14]  geliştirmemiş. Durum böyle olunca, daha iyisini yapmaları olanaksız. [15] Ne de olsa alt-yapı müşteri odaklı olmayınca, üst yapının müşteri odaklı olması mümkün değil.

Sn. Fatih Lütfi Feran’ın sunumunun tamamını BT Yönetimi 2.0’da [12] bulabilirsiniz.

Notlar:

  1. Notlarımın arasına yerleştirdiğim bağlantılar, konuşmacının sorumluluğunda değildir. İlgili konularda daha önce yayınlanan yazılara işaret etmektedir.
  2. Tekrarlıyorum. Sunumların tamamı Halil Aksu’nun BT Yönetimi 2.0 [16] ‘de yayınladığı Gartner EEE – Bilgi Yönetimi Buluşması‘nda yer alıyor. Mutlaka göz atın.

5 Eylül 2012