Finansman mevsiminde pazarlama

“Satış / Pazarlama farkı” isimli yazının yorumlarında, pazarlamacı’ların finansman bilgisi ve sorumluluğu üzerine tartıştık.

Bir arkadaşımın anlattığı olayı anımsadım. Bir suni gübre firmasının İcra Komitesi toplantısı. Gübre mevsimi bitmiş. Genel Müdür ve yardımcıları toplanmış. Önlerindeki dönemi konuşuyorlar.

Finansman’dan sorumlu Gen. Müd. Yard., Pazarlama’dan sorumlu arkadaşına soruyor:

– Depolarımızda, şu cins gübrelerden bu kadar var. Bunları kaça satabilirsin?

– Biliyorsun, mevsimi geçti. Mevsiminde olsaydık şöyle olurdu, böyle yapardık, ederdik, …caktık, …cektik.

– Anladım. Ben bunları şimdi kaça satabilirsin diye soruyorum.

– Ama mevsimi geçti. Keşke… olsaydı… Eğer… yapabilseydik… Ama… Hay Allah…

Finansmancı dayanamıyor:

– Yahu mevsiminde dükkanlara UCUZ GÜBRE VAR diye branda gererdik, elimizi öpene satardık. O zaman sana ve ekibine ne gerek vardı ki?

Bu sözü işitmek istemeyen pazarlamacı, finansman bilmeli.

 

Müşteri mi haklı, biz mi?

CRM’in tanımında “müşteri daima haklıdır” veya koşulsuz müşteri memnuniyeti” olmadığını yazmıştım.

Bir de diğer yönü var. Banka personeline verdiğim CRM eğitimleri sırasında bir gün şube çalışanlarından biri sitem etti:

– Uğur Bey., size ne zaman bir şikayet gelse hep müşterinin tarafını tutuyorsunuz.

– Doğrudur. Ama çoğunlukla müşteri haklı değil midir?

– Bazen öyle müşteriler oluyor ki… Bazıları ruh hastası valla. Buraya olay çıkarmak için geliyorlar.

– Günde kaç müşteri ile temas ediyorsun?

– En az 500 tane.

– Yapma… Bu sayı biraz abartılı değil mi? Hepi topu 7 saatte 420 dakika var. Senin ortalaman 1 dakikanın da altında mı?…

– Hayır, abartı değil Uğur Bey. Şubeye gelin de görün.

– Peki 500 tane müşteri ile her gün karşılaşıyorsun diyelim. Bunların kaç tanesi, hiç başka bir neden yokken olay çıkarıyor? Sorun senden kaynaklanmasa da bankanın sistemlerinden, kuyrukmatikten, çeşitli banka kökenli nedenlerden de kaynaklanmayacak… Yani müşteri geliyor ve hiç ilgisiz nedenle olay çıkarıyor. Haftada kaç tane böyle müşteri oluyor?

– Her hafta bir iki tane mutlaka oluyor.

– Gelin şimdi oranlayalım. Günde 500 müşteri dediniz. Haftada 2500 yapar. Müşteri ruh hastası olduğu için hiç ilgisiz nedenlerle, haftada 2 olay çıksa binde birden az yapar. Geri kalan zamanlarda ya sizler ya da bankadaki birileri yüzünden sinirlenmiştir. Siz söylediniz, sebepsiz sinirlenenlerin oranı binde bir. İşte bu yüzden çoğunlukla müşterinin tarafını tutuyorum.

– …

 

 

Müşteri odaklı düşünme

Bankada CRM projesi yürütüyordum. Sadece altyapı yatırımı işe yaramaz. Bilindiği gibi, “Teknoloji eğitimi verip, müşteri ile temas eğitimi verilmezse, tüm proje boşa gider”.  Bu nedenle CRM eğitimi vermeye de başlamıştım.

Müşteri odaklı düşünmeyi anlatmaya çalıştım. Bu amaçla, bir atölye çalışması geliştirdim. Herkesin katılımı ile “müşteri”yi, neler düşündüğünü, beklentilerini, ihtiyaçlarını kavrıyorlardı.

Bu eğitim sırasında ilginç şeyler öğrendim. Yeni başlayanlar, müşteri odaklı düşünmeye daha kolay uyum sağlıyorlar. Tecrübeli çalışanlar ise ürün odaklı düşünmekten vazgeçemiyorlar. Muhtemelen tüm iş hayatları boyunca  “şu üründen bu kadar satacaksın” gibi “ürün odaklı” hedefler verildiği için.

“Müşteri odaklı” olduğunu söyleyen firmaların

  1. Organizasyon şemalarına,
  2. Mağaza ve şubelerine verdikleri hedeflere

bakın.

Müşteri odaklı olup olmadıklarını anlarsınız.

 

Güzel bir gün

Bugün güzel bir gün… Bir çok genç “usta” olduklarını kanıtladılar, onaylarını aldılar…

İstanbul Bilgi Üniversitesi’’nde MBA öğrencilerinin “bitirme tezi” sunumları vardı. Onlarca genç arkadaş, aylardır hazırladıklarını sundular. (Usta = Master)

CRM konusunda 2 sunum vardı. (Bir tane de sunum yapılmayan çalışmayı yönetme şansına ve keyfine ulaştım bu sene)

Öğrencinin bitirme tezi konusunda kendisine ve çalıştığı kuruma faydalı olabilecek bir çalışma yapmasını şart koşuyorum. Konu seçerken, çalışılan kurum ile birlikte hareket edilmesini, kurumun ihtiyaç duyduğu yönde bir çalışma yapılmasını istiyorum. Bu doğrultuda, kurumdan destek alması ve kurum verilerini kullanması gibi beklentilerim var.

Dolayısıyla yönetme mutluluğuna eriştiğim tüm çalışmalar “iş hayatının içinden” idi. Zaten Bilgi’de “okul için değil yaşam için öğrenmeliyiz” diyoruz.

Bir tanesi B2B faaliyet gösteren firmanın “müşteri bilgi ekranı” tasarımı konusundaydı. Satış elemanının, müşteri ihtiyacını en fazla karşılamasını sağlayan ekran tasarlanmıştı. Firmanın Avrupa’daki genel merkezi, çalışma konusunda takdirlerini bildirdi. “Belki Avrupa’da da uygularız” dedi.

Biri, sadakat kartlarını konu almıştı. Kartını kullanan, yüksek ciro yapan ama isim ve adresini kaydettirmeyen müşterileri hedefledi. Onların kayıt olmalarını sağlayacak çeşitli kampanyalar tasarladı. Bunların büyük kısmı, yakında devreye alınacak.

Diğeri, yelpazesi çok geniş bir spor ürünleri mağazasının CRM yolculuğuna çıkmadan önceki durumunu saptadı. CRM’de “Sıfırıncı Aşama” diyoruz. Daha yola çıkmadan önce yapılması gerekenleri listeliyor. Sorunların tespit edilmesi ve doğru patikaların önerilmesini kapsıyor.

Başta Canan Uluşahin, Hilal Cura ve Selcan Alkaya olmak üzere bugün ustalık düzeyine ulaştığını belgeleyen herkesi tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.

 

Lüks, pahalı, farklı, vs.

Lüks ile pahalının farkını, kendimce irdelemeye çalıştım. Biraz da bunların etrafında dönen diğer kavramları işleyelim.

Hava alanındaki “özel alanlar”: Bildiğim kadarı ile İşbank, HSBC ve Akbank-Wings kartların havaalanında “özel salon”ları var.

O yıllarda Fortis’te çalışıyordum. Ayda en az bir kere yurt dışına, Belçika veya Hollanda’ya gitmem gerekiyordu. Havaalanına arabayla gitsem park yeri pahalı, taksi ile gitsem daha pahalı. Wings kart almaya karar vermemin nedeni, özel park hizmeti (valet service) idi. Hayatımda ilk defa “rakip bir kurumun ürünü” cebime girmiş oldu.

Bir süre, sadece park hizmetinde kullandım. Sonra yurt içi hatlarda “özel salon” açıldı. Yararlandım. Akbank’a karşı biraz suçluluk duydum ve arada bir kullanmaya başladım. Sonra, Fortis’ten ayrıldım. Yarattığım İdeal kartın iyi yönetilmediğini düşündüm. Şimdi ilk kartım Wings.

Benzeri öyküyü, HSBC kart hamillerinden de dinledim. Sık aralıklı yurt dışına çıktığı için “özel salon” kullanmak amacıyla kartı almışlar. Giderek ufak tefek kullanılmış, sonra sürekli kullanılmaya başlanmış.

Bir seferinde Wings özel salonu mahşer yeri gibiydi. Benim için “ayrıcalık” özelliği yıprandı. “Farklılık” azaldı.

Tam da aynı günlerde bir yazı okudum. Sadece Wings kartı olanların bu salona alınmasını eleştiriyor, kart başvuru formu doldurulması için bu fırsatın kullanılmasını öneriyordu. Yani, “ver başvuru formunu da doldurayım” diyen herkesi özel salonda ağırlayacaklardı. (Nedense kulağımda, “kaç paraysa verek” ile aynı tınıları çağrıştırıyor.)

Özel salonda oturmak için form dolduran kişilerden verim elde edebilirler miydi? Onların gerçekten müşteri olup olmayacağını nereden bileceklerdi? gibi soruları hiç düşünmüyorum. Bunlar bankanın soru(n)ları…

Şu soruları soruyorum. Her isteyen o salona girince, benim için Wings’in salonu “özel” olur muydu? Daha rahat edeceğim başka bir “özel salon” aramaz mıydım?

Pazarlama ile satış arasındaki görüş farkı budur. Pazarlama demek farklılık demektir.

 

Teknoloji perakendenin hizmetinde

Teknolojideki ilerlemeler, perakendeciler tarafından yakın takip edilmekte ve “müşteri tecrübesi yönetimi” (CEM – customer experience management) için kullanılmaktadır.

Perakendeciler dükkanlarına giren insan sayısını bilirler. Dükkandan çıkan insan sayısını da, kaç kişinin alışveriş yaptığını da bilirler. Ancak içeride ne kadar zaman geçirdiklerini ve nasıl davranışlar içinde olduklarını bilmek çok zordur.

Frederick Newell’in [1] “CRM Neden Başarılı Olmuyor” isimli kitabında “Envirosell” [2] şirketinden bahsedilmektedir. Bu şirketin elemanları “alışverişin gizli ajanı” gibi davranır. Bu ajan, mağazanın dışında aylak geziniyor gibidir. Mağazadan içeri giren bir müşteriyi izlemeye alır. Ona sezdirmeden mağazaya girer ve yaptığı her şeyi takip kağıdına kaydeder. Nerede durakladığını, hangi ürünlere daha çok zaman ayırdığını, hangi paketlerde neleri incelediğini, hangi kutuları eline aldıktan sonra yerine bıraktığını, hatta mimiklerini bile kaydetmeye çalışır. Tuvalet ve giyinme kabinleri dışında izlediği kişi veya kişilerin gölgesi gibidir. Mağaza çok büyük ise, ajanlar daha az rahatsız edici olmak için ekip halinde çalışırlar.

Envirosell’in bir köpek maması üreticisi için yaptığı çalışmada, köpek gıdalarını yetişkinlerin aldığı; ancak ödül-gıdaları (daha pahalı olan ciğer kokulu bisküvileri) daha çok çocuklar veya yaşlı insanların aldığı fark edilmiş. Ajanlar, çocukların bunları almak için üst raflara tırmandıklarını, hatta yaşlı bir kadının köpek bisküvisini raftan aşağı indirebilmek için alüminyum folyo kutusu ile vurduğunu görmüşler. Bu ürünler, yaşlı ve çocukların erişebileceği yerlere aktarılmış. Satışlar bir günde artmış.

Şimdi teknoloji bu işi yapacak durumda. Economist dergisinin internet sitesinde yayınlanan “Alışveriş Bilimi – Beyinin satın alma yolu” (The science of shopping – The way the brain buys) [3] makalesi bu alanda önemli bir gelişmeyi anlatıyor.

Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nden Dr. Rajeev Sharma, alışveriş ajanlığını otomasyon ile yapmak için bir Videomining [4] adında bir şirket kurmuş. “Yüz tanıma” yazılımları sayesinde, güvenlik kameralarını kullanarak yüz binlerce insanı izleyebilecek bir yapı geliştirmişler.

Bir yandan müşterileri yaş, cinsiyet, etnik köken gibi demografik ayrımlar bazında incelerken, diğer yandan ne kadarının doğrudan bir markaya yöneldiğini, ne kadarının hangi ürünlerde tereddüt yaşadığını, hangi ürünleri birbirleri ile karşılaştırdığını ölçmeye başlamışlar.

Market içinde en az tereddüt yaşanan ürünün bira olduğunu bulmuşlar. Bira satın alanların büyük çoğunluğu bir markayı alıyor ve gidiyorlarmış. Dolayısıyla, bira şirketlerinin promosyonları mağaza içinde değil dışında yapmaları gerekiyor.

Bir diğer çalışma sırasında da, müşterilerin %12’sinin meyve suyu reyonunda 1.5 dakika geçirdiğini, ürünlerin etiketlerini uzun uzadıya incelediklerini, ancak hiç almadan çıktıklarını bulmuşlar. Müşteriler meyve suyu ile ilgileniyorlar; karbonatlı içeceklere karşı sağlıklı bir seçenek olduğunun farkındalar, ancak hangisini almanın daha iyi olduğunu bilmiyorlar. Demek ki, mağaza içinde “ikna çalışması” yapılabilir.

* * *

Teknoloji ilerledikçe, perakendeciler müşteriyi tanıma ve cirolarını artırma konusunda daha fazla yöntem bulacaklardır.

 Resimler şuradan alıntıdır.

“Lüks = Pahalı” mı?

Lüks ile pahalıyı ayıran nedir?

Coco Chanel’e ait olan “Lüks, ucuzun değil bayağılığın karşıtıdır” cümlesini hatırlayalım.

“Kaç paraysa verek de satın alak” denilen şey, lüks değil pahalı kavramına giriyor. Lüks deyince, “markaya adanmışlık” ve “ulaşmak için çaba” kavramları da iç içe….

Bentley, yılda sadece 10.000 tane üretiliyor. Genellikle 1 yıllık bekleme süresi var.

Ferrari için bekleme süresi 2 yıl.

Aston Martin için bu sürenin 3 yıl olduğunu duydum. Müşteriler kayıt olduktan 3 yıl sonra arabalarına kavuşuyorlar.

Lufthansa’nın “Şeref Misafiri” müşterilerine özel uygulaması var. Bu sıfatı elde etmek için hem çok uçmak, hem de süreyi doldurmak gerekiyor. Müşteri mil sınırını kısa zamanda doldursa bile belli bir süre bekliyor. Yani, “farkı neyse ödeyeyim, beni de o statüye koyun” yöntemi kesinlikle işletilmiyor.

Bir seminerde, Ferrari adına katılan kişiye “ülkeler arası davranış özelliklerini” sormuştum. Şu yanıtı aldım:

– Ülkeler arasında değil ama bölgesel davranış farkları oluyor. Rusya, Türkiye, Orta Doğu ve Arap ülkelerinin davranışları birbirine benziyor. Avrupalı müşterimiz, kayıt olduktan 2 sene sonra aracına ulaşacağını biliyor ve kabul ediyor. Saydığım ülkelerdeki müşteriler ise, “parası neyse vereyim, hemen arabayı getirin” diyor

Coco Chanel ne derse desin, kültür her zaman baskın çıkar…

 

Süpermarket’te CEM

Müşteri tecrübesi yönetimi (CEM – customer experience management) sadece müşteriye yarayan örnekleri ortaya çıkarmıyor. Süpermarket’ler müşterilerin tecrübelerinden aldıkları dersi cirolarını artırmak için kullanıyorlar.

Taze sebze-mevye reyonu, alışveriş alanına ilk girdiğiniz noktadadır. Doğal olarak siz de alışveriş arabasına ilk önce sebze-meyve koymaya başlarsınız.

Alışverişin sonraki aşamalarında kutulu ve paketlenmiş ürünler, kavanozlar, şişeler vardır. Yeni bir ürünü sepete koymak için her hamlenizde, ilk aldığınız sebze-meyve ezilmesin diye de uğraşırsınız. Aslında çok rahatsız olunan bir durumdur.

Muhtemelen aynı şeyleri yaşamışsınızdır. Her seferinde “daha planlı olmaya” karar vermişsinizdir. Ama hemen her seferinde alışverişe taze sebze-meyveden başlamışsınızdır. Yine…

Friendfeed’deki bir link sayesinde Economist dergisindeki makaleyi okudum.[1] [2] Bu “anlamsız görünen” tasarımın nedenini öğrendim. Alışverişe taze gıdalar ile başlandığında daha çok satınalma yapıldığı keşfedilmiş. Bu başlangıç, daha sonra gereksiz, ıvır-zıvır malzeme satın alırken oluşan suçluluk duygusunu azaltıyormuş. (Makaleyi İnternet Ekipler Amiri M.Serdar Kuzuloğlu özetledi.[3]  Oradan okuyabilirsiniz.)

Acaba, ilk aldığı taze sebze-meyve ezilmesin diye alışverişini kısa kesenler var mıdır? Sadece ve ancak, “kısa kalan” alışveriş, “azalan suçluluk duygusu”ndan büyük olmaya başlarsa, taze gıda reyonunun yeri değişir. Diğer ürünleri aldığımız zaman ezilmeyecek bir noktaya taşınır.

Bunları yazma nedenim şu: “CEM müşteriyi düşünen firmaların uygulamasıdır” efsanesine inanmayın. CEM ancak firmaların gelirini artırdığı zaman uygulanır. Firmalar CEM’den ders alırlar ama uygulanması için gelir artışının da olması gerekir.