
Bir arkadaşım anlattı. Onun başından geçmiş.
Perakende bankacılığın henüz etkin olmadığı yıllar. (1990 öncesi)
Bankanın Genel Müdürü değişmiş. Yeni Genel Müdür çok hırslı. Tüm ekipler müşteri bulmaya gönderilmiş.
Arkadaşımın payına da Perşembe Pazarı düşmüş. ( O yıllarda, Karaköy’de Perşembe Pazarı denilen bir bölge vardı. İstanbul’un demir ticareti oradan yürütülürdü. İnşaat demirinden somun / cıvataya kadar herşey, Perşembe Pazarı’ndaydı.)
- İlgilenenler için: Bugün bildiğiniz PerPa, Perşembe Pazarı’nın kısaltılmışıdır. Yörenin boşaltılıp “turistik” yapılacağı, Perşembe Pazarı esnafının da o binaya taşınacağı varsayılmıştı…
Arkadaş, demir tüccarlarından birini ziyaret ediyor. Tüccar, ona yer gösteriyor:
– “Gel otur birader…”
O sandalye var ya… Asıl rengini kaybedeli uzun yıllar olmuş. Galvanizli demirin o kirli siyah rengi, sandalyenin minderine işlemiş.
Arkadaş, çakı gibi giyinmiş. Ne de olsa “kurumsal bankacı” Üzerindeki kıyafet küçük çapta bir memurun aylık maaşından fazla.
Kirli sandalyeye oturmak istemiyor. Tüccar ısrar edince, köşesine ilişiyor. Sandalye ile temas alanı, bir parmak üstü kadar.
Tüccar sohbeti uzatıyor. Bizimki fena sıkılıyor. Aklı zaten giysisinde. Muhabbet de çok parlak gitmiyor.
Sonunda tüccar diyor ki:
Senin eski Genel Müdürün var ya… Geçen gün buraya geldi. Senin iğreti oturduğun bu sandalyeye oturdu. Tavla oynadık, sohbet ettik. Çevredeki arkadaşlar da geldiler. Hep beraber lahmacun da yedik.
Sen bu entel halinle buralarda boş yere gezme. Perşembe Pazarı’ndan sana ekmek çıkmaaaz…
Siz bu öyküden, onlarca ders çıkartırsınız. Bunu biliyorum.
Bana gelince… Her vesileyle söylüyorum. “Hedef kitle”, “hedef kitle”, “hedef kitle”…