
Makale Özeti
Türklerin sosyal mecralarda grçirdikleri zaman ile övünenler var. Oysa bu zaman tümden boşa harcanmaktadır. Bilgi edinmek değil, güncel dedikodulardan uzak kalmamak amaçlanarak sosyal mecralar izleniyor.- 1 - Twoddler
- 2 - Zaman Tüketen Milyonlar
- 3 - Kullandırmak
- 4 - Sosyal Cehalete Övgü
- 5 - Sermayesi Cehalet Olanlar
- 6 - Bloglarda Pazarlama 1
İlgili Bağlantılar
Mouse’u klavyeden daha fazla tıklamamızın nedenleri?
Mouse bir sihirli değnek. Çocukluk hayallerimizin aleti.
Bu nedenle mouse’u kullanıp, klavyeyi kullanmıyoruz. Ama zaten Friendfeed’e, Twitter’a birşeyler yazmak için okuma-yazma bilmeye gerek yok. Oyuncağa gerekli mekanizma takılmış. Çocuk doğru şekli yuvasına oturttuğu zaman Friendfeed’e, Twitter’a mesaj gönderiyor [1] . Hatta doğmaya da gerek yok. Hamile annenin karnına takılı cihaz sayesinde, çocuk tekme atınca Facebook’a, Twitter’a mesaj gidiyor.
Facebook’ta, MSN’de dünyada ilk 3’e giriyormuşuz. Bu sosyal ortamlar çoğunlukla üretilen yerler değil. Üreten ilk 3’de değil… izleyen ve/veya teşhir eden ilk 3’deyiz. (Bu açıdan bakıldığında derecemiz daha yukarıda bile olabilir. [2] )
Üretmeyi bilmiyoruz. Türk genci, üniversiteyi bitirene kadar başkasının kullanacağı hemen hiç bir şey üretmiyor [3] . “Peki ya ödevler” diyecek olursanız… Hep bizimle öğretmen arasında… Bir başkasının işine yarayacak, hayatını kolaylaştıracak şeyleri hemen hiç üretmiyoruz, üniversiteden diplomamızı alana kadar.
Hep kendimiz için yapıyoruz ve öğretmene kanıtlamaya çalışıyoruz. Bu nedenle, bir makaleyi internet’ten indirip de öğretmene verdiğimiz zaman, kendimizi “hırsızlık yapmış” değil “çalışmış” zannediyoruz. Kilit kavramın“başkasının kullandığı birşey üretmek” olduğunu düşünüyorum.
Bu gerçek değişebilir mi? Ne zaman değişebilir?
Halihazırda interneti abur-cubur gibi kullanıp da ilk 3’lere girmemizi sağlayanlar yukarıda bahsettiğim “üretmeyen” kuşak. “Biz internet ile doğduk” deyip öğünüyorlar. Önceki nesilleri de küçümsüyorlar. Ama interneti kendilerini bilgili ve tecrübeli kılmak için kullanmıyorlar [4] .
Öğrencilerden, çevremdeki gençlerden biliyorum. 140 karakter üzerinde olunca yazıyı okuyamıyorlar. Akılları karışıyor. Sıkılıyorlar. Bu kadar okuyan biri ne kadar üretebilirse…
Klavyeyi mouse’dan daha fazla kullanan nesil, artık üretken oldu. 40 yaş üstünden bahsediyorum. Okulda öğrenmeseler bile hayatın içinde piştiler. Okumaya değer tecrübeleri yaşadılar. Ne var ki onların pek azı blog yazıyor, içerik üretip bilgi ve tecrübelerini paylaşıyor.
İnterneti sadece iş için kullanıyorlar. Dolayısıyla, 40 yaş üstü için bir tane “yaşam tarzı” sitesi yok. İstanbul’u bilen çok az, koca İstanbul’u yazan bir tane blog yok. (Mekan sitelerini kasdetmiyorum.)
Anlaşılıyor ki, şimdilerde (bence topluma açıklanmaması gerekenler dahil) her hareketini yazan nesil büyüyüp de bilgi ve tecrübe sahibi olmaya başlarsa bu durum değişecek. Yıllar var, maalesef.
Ne zaman? Diye soracak olursanız… TV’deki beğenilen dizilerin içeriklerine ve farklılıklarına bakın, kaç sene daha beklememiz gerektiğini hesaplayın.
İnteraktif pazarlama sektörümüz bu durumdan nasıl etkileniyor?
İnteraktif pazarlama sektörümüz, müşterinin seviyesine göre iletişim kuruyor. Oyunsa oyun, viral’se viral, etkinlikse etkinlik…
Bu sığlık nedeniyle de birbirine benzeyen işler çıkıyor. Aksi olunca müşteriler tarafından anlaşılmıyor zaten. Sevgilinize aşk mektubu yazmak gibi… Çok edebi yazdığınız için sevgiliniz anlamamışsa, suç onda değil sizdedir. Mesajınızı iletememişsinizdir.
Ajansın işi, kendisine emanet edilen markanın iletişimini sağlamak. Müşterinin anladığı dilden işler çıkarıyorlar. Ne kadar sığ isteniyorsa, o seviyede veriliyor [5] .
Bu durum markaları sınırlıyor mu? Ne gibi zorluklar yaratıyor?
Bu sığlık, reklamverenin beklentilerini de kısıtlıyor. Anlamlı projeler için bütçe ayırmıyorlar. Bence interaktif pazarlama sektörümüz de daha derin bir ortamı tercih ederdi. Farklarını göstermek ve “ilk defa ben yaptım” demek için çaba gösterdiklerini biliyorum.
Yurt dışında “markalı içerik” (branded content) tartışılıyor. Burada bahsettiğiniz zaman, anlamayanlar saldırıyor [6] . Anlayan 10 – 15 kişi arasında tartışılıyor, öğrenmek isteyen 20 – 30 kişi de izliyor. Gerisi okumuyor. Okuyabilecekleri 140 karakterden kısa yazıları tercih ediyor.
Markalar TV’yi 40 yıldır kullanıyorlar. “Vay bee!” dediğimiz kaç reklam görüyoruz. Kaç pazarlama faaliyetini, “bu çok farklı” diye hafızamıza kaydediyoruz. Markalar bile anlamlı içerik üretmiyor. Benzer sloganları önümüze getiriyor. TV’de, basında, sokak panolarında farklılaşmayan markaların interaktif mecralarda sınırlandığını düşünmüyorum.
Hatta fazlasını söyleyeceğim. Eğer birilerinde farklılık varsa, çoğunlukla markaların değil ajansların çabası ile oluşmuştur.
İnteraktif pazarlamacılar bu durumu değiştirmek için ne gibi çaba gösteriyor? Ya da neler yapmalı? Hazırladıkları kampanyalarda nelere dikkat etmeli?
Onların suçu yok. Paylaşmaya değer içeriği üretecek bilgi ve tecrübeyi interaktif pazarlama sektörümüz veremez. Evde anne-babasının, okulda öğretmeninin veremediğini interaktif pazarlama sektöründen bekleyemeyiz.
İnteraktif pazarlama ajanslarından birkaçının patronlarını tanıyorum. Yurt dışını yakından iziliyorlar. Dünyada olup biten hakkında bilgi sahibiler. Çalıştıkları markalara da birikimlerini aktarıyorlar. Ötesi markalar ve müşteriler arasında…
Ajans, aradaki aracı rolünü iyi yapmaktan sorumlu. Eğitmek, öğretmek, tecrübe kazandırmak ajansın işi değil.
Kapak resmi şuradan alıntıdır.